Hiç düşünmemiştim annemin bizi bırakıp gideceğini…Mutlaka iyileşecek ve birlikte evimize dönecektik. O her zaman güçlü olmuştu. Ne zorluklara, hastalıklara direnmiş, kaç ameliyat atlatmıştı. Hastanede kaldığımız 11 gün boyunca hiç umudumu yitirmemiştim. Son üç gün gözlerini kapatıp benimle ilişkisini kestiğinde de öperek “Hadi annem, hadi uyan, aç gözlerini, babam evde bizi bekliyor.” diyordum. Son üç gün monitöre bağlamışlardı. Gözüm sürekli monitördeydi. Uyuyamıyordum. İki gün her şey iyi gitti. Üçüncü gün oksijen değerlerini izlerken oksijen seviyesinin hızla düşmeye başladığını görünce sağlık görevlilerine bağırdım “Yetişin” diye. Bütün hemşire ve doktorlar odaya geldi ekrandaki değerleri görünce “Müdahale edeceğiz.” dediler ve beni dışarı çıkardılar. Bir görevli beni doktor dinlenme odasına oturttu, gözyaşlarımı silmem için bir elime mendil, diğer elime de bir şişe su verdi. Bir yandan ağlıyor, bir yandan “Diren annem, diren!” diyordum. “Diren Kazdağı” demiştik bugüne kadar. Bir saat süren müdahale boyunca “Annem direnecek, eve döneceğiz ve o yine balkondaki kuşlarına-çocuklara yem verecek.” diyordum. Doktor yanıma gelip “Müdahale ettik, şu anda makinaya bağlı ama durumu sıkıntılı.” dedi. “Çok şükür, annem atlatacak.” dedim doktora. Yanına gitmek istedim, izin vermediler. Bir saat daha “Diren annem, diren canımın içi.” diye umudumu diri tuttum, ta ki doktor gelip “Annenizin kalbi durdu.” diyene kadar…Kabullenmek çok zordu. Olamazdı, annem bizi bırakamazdı, direniyordu, direnmeliydi…
Gerçekle yüzleşmek çok zor oldu…Kardeşim ve Ayşe geldi hastaneye…Annem odada yatağın üstünde bir battaniyenin altında yatarken eşyaları toplamak ve odayı boşaltmak zorunda kalmak öyle acıydı ki…Kısa süren işlemlerden sonra annemizi alıp gece Erbaa’ya geldik. Annemi hastane morguna bırakmak çok ağır geldi. Oysa evimize birlikte dönecektik. Diğer kardeşim evde babamın yanındaydı. Biz eve yaklaşana kadar söyleyememiş babama…Sonra da dizine yatıp ağlamış. Eve gelip babamı görüp doyasıya sarılamayınca kendimi attım banyoya…Bir saat çıkamadım suyun altından. Sanki su temizleyecekti bütün üzerime, içime yapıştığını düşündüğüm virüslerden, acılardan.
O gece kabuslarla geçti. Kah uyudum, kah uyandım. Annemin melek yüzü gözlerimin önündeydi. Annem köyüne gömülmeyi vasiyet etmişti bize, eski küçük mezarlığa, annesi ve küçücükken kaybettiği evladının, ablamızın yanına… Vasiyetini yerine getirecektik…Kardeşlerle birlikte hastaneye gittik. Evde bir çekmecesine sakladığım kendi yaptığı liflerden mor çiçekli olanı, dantelli eflatun havluyu ve zeytinyağlı sabunumuzu aldım yanıma. Bir oyalı yazma ve bir de beyaz tülbent. İki kadınla beraber yıkadım annemi getirdiğimiz lifle ve sabunla. Çok severdi yıkanmayı ve yıkamayı. Söyledim kadınlara acele etmeyin diye. Doyasıya yıkadık. Melek gibiydi, sakin, dingin bir yüzü vardı. Beyaz kefeni kadınlarla birlikte giydirdik…Yüzünü açık bırakıp kardeşlerimi çağırdım son kez görmeleri için. Küçük kardeşim geldi. Sevdi annemin yüzünü göz yaşları içinde…O kara torbaya koymak çok zor geldi…
Evimizin önüne getirdik annemi, komşular toplanmıştı. Helallik istedi babam. Hepsi “Helal olsun, helal olsun, helal olsun.” dedi. Çok sevdiği köyüne, annesinin yanına götürdük. Kucağımda annemin resmi ile girdim mezarlığa. Üzerine atılan her bir kürek toprak onu ayırıyordu bizden…Toprağı çok severdi. Her yağmur sonrası pencereyi açar, toprak kokusunu içine çekerdi. Son bir kürek toprak da konuldu üstüne. Çok sevdiği yaylamızdan gelen sarı yayla çiçeklerini koydum üstüne. Başına da annelerimizin simgesi beyaz tülbentini bağladım, al yeşil oyalı. Baş tahtasının üstüne adını yazdım. “Ali Kızı” yazmıştım gayri ihtiyari. Herkes gidince biz de mezarlıktan ayrıldık…500 metre gitmiştik ki,” Neden babasının adını yazdım ki?” diye huzursuz oldum. Oysa onun çok sevdiği bir annesi vardı genç yaşında kaybettiği, doyamadığı. Üstelik, son zamanlarında, babasının annesine yaptıklarını anlatır, kızardı. “Dönelim.” dedim arabayı kullanan arkadaşımıza. Mezarlığa geri döndük. Baş tahtasına “Şerife Kızı” diye ekledim…İçim rahatladı. Feminist yanlarımı annemden almıştım. Kendi koşullarda kadınların haklarını savunur, etrafındaki tüm kadınlarla dayanışırdı.
Annem nasıl birisi mi? Onu önce mahallemizde karşı apartmandaki komşumuz Pınar’ın bana yazdıkları ile tanıyalım:
“Hatice Hanım Teyzem mahallemizin neşesiydi, gülüydü, çiçeğiydi, Çınar’ıydı…Annemizdi…Benim güler yüzlü tombişimdi. Ben onların hatırına bu mahallede huzur buluyordum. Gelip geçerken O’nun o gül yüzünü gördükçe mutlu oluyordum. Büyük küçük bakmaz, geldi gitti aramaz sürekli dolanır, kapımızı iter beni, bizi ihya ederdi. Onunla otururken hiç sıkılmazdım. Sohbetini, muhabbetini çok severdim. O bambaşkaydı. Gerçekten Hayri Amcamın da dediği gibi çok asildi.
Rahmetli kayınvalidem zamanında da bizi çok sık dolaşırdı, onu kaybettikten sonra da beni hiç ama hiç yalnız bırakmadı. Ben O’nu anne gibi sevdim, çok alışmıştım çok….
Kaç gündür kendimde değilim. Gözüm hep sizin evde, sizin balkonda. Yokluğu öyle belli ki…Perdeleri açıp kapatırken bakıyorum, “Yerin boş kaldı tombişim.” diyorum. Bizim küçüklerde beni duyuyor, biz de çok özlüyoruz anne Hatice babaanneyi diyorlar.
İlk kaybettiğimiz akşam uzunca bir süre oturma odasının camından ağlayarak öylece sizi evi izledim. Oturma odası camınızın perdesi açıktı tam karşımda sen vardın. Sana baktım baktım sabırlar dileyerek ağladım. Hatice teyzem gibi çok güzelsin, ona o kadar çok benziyorsun ki, sanki karşımda o vardı. Sizler bize onun yadigarısınız. Allah sizlere hayırlı uzun ömürler versin, sabrı Cemil İhsan eylesin. Hatice Teyzeminde mekanı cennet, kabri pür nur, derecesi Alî olsun. Yanınıza gelip üzüntünüzü paylaşamadım ama manen bende, bizler de, eşim, annem, görümcem ve ailesi olmak üzere acınızı içimizde derinden yaşadık. Kızım Kanada da ona halen acı haberi veremedim. Hasta olduğunu söylemiştim durumu kritik diyorlar demiştim. “Anne birşey olmasın Tombişime…Ben dayanamam bu üzüntüye.” dedi Nida. Halen saklıyoruz söyleyemedik. O hepimizin tombişi idi. O’nu Hayri Amcamın Hatice Teyzeme yazdığı şiirden esinlenerek kızım Nida ile, “Ela Gözlüm” diye severdik.
Hayri Amca ve Hatice Hanım Teyzem gibi saygın, asil, cömert, gerçekten hanım ve efendi, ana-baba gibi büyüklerimiz, Çınar’larımızla komşu olmaktan her zaman onur ve gurur duyduk. İyi ki bu dünyada onunla tanışma, yakınlaşma komşu olma, hatta komşuluktan da öte aile gibi olma şansımız olduğu için kendimi çok mutlu hissediyorum. Allah c.c Hatice Hanım Teyzemle, cennetin de de Peygamber efendimize, bizlere komşu olmayı nasip etsin. Birçok anı biriktirdik onunla… O dualarımızda, kalplerimizde ve gönüllerimiz de her daim yaşayacak. Ruhu şad olsun.”
Pınar öyle güzel anlatmış ki annemi…Ne eklenir bilemedim…
Annem 1930’da Erbaa’nın Emeri Köyü’nde doğmuş. Babası köyün ağalarından, Ali Ağa. Ama o bildiğimiz zengin ağalardan değil. Yaptıklarıyla saygın biri…Beş kız ve iki erkek kardeşler. Anneleri Şerife Ninem annem 20 yaşında iken elleri hamur teknesinde iken kalpten vefat etmiş. Çok özlerdi annesini. Sülale, Malatya taraflarından gelip Erbaa’ya yerleşen Karakeçili aşiretinden. Mayıs ayında koyunlarını alıp otlata otlata bir ayda Karagöl Dağları’na göçer, 4-5 ay yaylada kalır, ekim ayında yine koyunları otlata otlata bir ayda köylerine dönerlerdi. Sülalemizden hala devam ettirenler var yaylacılığı.
Babam Ladik Köy Enstitüsü’nü bitirince ilk atandığı yer annemin köyü…Babaannem annemi görüp beğenir ve dünür olur. Ali Dedem de kızını bir öğretmenle evlendirmekten mutlu olur. Evlenirler ve bir erkek evlatları olur. Babam sonra kendi köyüne tayin ister. Zilhor Köyü’ne taşınırlar.
Babam 1939 Erzincan depreminde ailesinin büyük kısmını, kardeşlerini, geçimlik ineklerini kaybetmiş, evleri yıkılmıştır. Sonraki yıllarda tüm tarlaları da hapse giren babası ve alkolik amcaları yüzünden satılmıştır. Yoksul düşmüşlerdir. Birkaç dönüm tütün yapabilirler. Öğretmen maaşıyla geçinmeleri zordur. Babannem kocası ölünce kocasının kardeşi-babamın alkolik amcası- ile evlenmek zorunda kalmıştır. Köyde dul kadın olmak zordur. İstiklal Savaşına katılmış ve büyük travmalar atlatmış olan büyük amca dede çareyi alkolde aramıştır. O kadar aydın, o kadar iyi kalpli bir dedeydi ki, köye gittiğimde onunla konuşmaktan çok mutlu olurdum. Ama aklına bir kez alkol düşmeye görsün, gözü hiçbir şeyi görmez, ya babamın parasını aşırır, ya babamın saatini rehin verir, para bulamazsa babamın adına borç yaparak içerdi. Babamı çok zor durumlarda bırakırdı, babam onun varlığından utanır hale gelmişti.
Babam da üzüntü ile ülser olur, bağırsakları düğümlenir, ölümlerden döner. Bir yandan da yoksul kardeşi ve onun ailesine bakar. Zor günler geçirirler. Annem ikinci çocuğunu doğurur, Ayten Ablamız daha bir yaşına gelmeden doktorsuzluktan yakalandığı bir hastalıktan kurtulamaz ve ölür. Annem çok üzülür. Arkasından ben doğarım ve benimle teselli bulur. Ben sakin bir bebekmişim allahtan. Çok üzmemişim. Beni uyutup tarlaya gidermiş, beni köye yerleşen bir çingeneye, Kezban Teyzeye emanet edermiş. Uyanıp acıktığımda Kezban Teyze boş memeleri ile beni emzirirmiş. Oynamayı ve sepetleri çok sevmemin nedeni süt annem olsa gerek. Sonra da kardeşim Tahir’i dünyaya getirir.
Babam askerliğini Amasya’da Ali Okulu’nda öğretmen olarak yaptı, bir yandan da Eğitim Fakültesi dışardan bitirme sınavlarını girerek ilkokul öğretmenliğinden ortaokul-lise öğretmenliğine geçiş yaptı ve Niksar’a tayini çıktı. Niksar’da çok güzel yıllar geçirdik. Öğretmen aileleri arasında müthiş bir dayanışma vardı. Annem o zamanın modası döpiyes giyer, saçlarını perma yaptırırdı. Piknikler, yılbaşı kutlamaları, hıdırellez piknikleri, çevre gezileri….
Sonra Erbaa yılları. Erbaa’da haftada bir gün pazar kurulur, köylüler pazara gelirdi. O gün bizim ev dolar taşardı. Annemin ve babamın köylerinden akrabalar önce bize gelir, yenilir içilirdi. Bir de gelenler annem tarafından banyoya sokulur ve yıkanırdı…Yaşlanan ninem de bizimle yaşamaya başlamıştı. Bizlere çok düşkündü.
Bırakın odayı, bu süreçte yalnız bana ait bir yatağım hiç olmadı…Yıllarca sülaleden en az bir çocuk bizim evde okurdu. Yataklar paylaşılırdı. Annem sülalesinin çocukları da okusun isterdi. Hepsiyle ilgilenir, yedirir içirir, yıkardı. Yıllarca böyle oldu.
Büyümeye başladık. Önce abim uçtu yuvadan. Ortaokul 2. Sınıfta Tokat Gaziosman Paşa Parasız Yatılı Lisesini kazandı gitti. Ardından ben İstanbul’a Robert Kolej’e, sonra da üç numaramız Tahir ise Deniz Lisesi’ne. Üç çocuğu aynı zamanda dışarda okuyordu. Allahtan Bilge doğmuştu 11 yıl sonra. Onunla avunuyordu. Tekne kazıntısı derdi. Sonra daha 11 yaşındaki Bilge’yi de Diyarbakır Anadolu Lisesi’ne uçurdu. Kalbine bir ateş daha düştü. Dört evladından hiç biri yanında değildi. Hep evlat hasreti çekti. Bayram ve yaz tatillerde eve gelirdik. Çok mutlu olurdu. Ne yedireceğini, ne içireceğini şaşırırdı. Bizlerin her evden ayrılışımızda bodruma girip ağlarmış kimse görmesin diye…Abim yurtdışına Amerika’ya gidip de 8 sene gelemeyince bu sürede döktüğü gözyaşı sel olur Kelkit Irmağına varırdı mutlaka.
Hele üniversite yıllarımızda ve hemen sonrasında o kadar üzdük ki annemizi. Abim KTÜ’de olayların içindeydi, ben 1976-1980 dönemi, ODTÜ’de. Gençtik, heyecanlıydık, ülkemizi kurtaracaktık. Her gün olayların içindeydik…Sene 1977. “ODTÜ’de öğrencilerin üzerine bomba atıldı, bir öğrenci öldü, 52 öğrenci yaralı.” Acaba yüreği nasıl dayanmıştı bu haberi dinlerken televizyonlarda? Ben de oradaydım, üstümüze kurşun yağdırılmış ve aynı zamanda da bomba atılmıştı. İbrahim arkadaşımız hemen yanı başımdaydı ve onu hastaneye ben ve bir arkadaşım götürmüştük arabayla. Kurtulamamıştı…Ben ise şans eseri kurtulmuştum kurşunlardan ve şarapnel parçalarından… Kardeşim askeri okulda hapse girer, ben de kısa bir Mamak yolculuğu ile hapishanelere tanık oluruz. Çoğumuzun anneleri gibi aklı çocuklarında, birkaç gün haber alamasa küt küt atar yüreği…Neyse ki Abim Amerika’ya yüksek lisansa giderek kurtulmuştu son dönem olaylarından. Annemiz en azından artık onun canından endişe etmiyordu…Ailelerimiz için kötü yıllardı…O yıllar geçti. Evlendik, çola çocuğa karıştık. Bizler evlendikçe mutlu oldu. Artık birer ailemiz vardı. Belki daha az endişe eder olmuştu.
Annemi biraz daha anlatayım;
Annem sülalenin annesi, mahallenin annesi, herkesin annesi idi. Okur yazarlığı yoktu. Çok zeki idi. Müthiş bir hafızası vardı. Herkesi sorar, herkesten haber almaya çalışırdı. Tüm sülalesinin derdi, onun derdi idi. Evlenecek olanın derdine o düşer, hastaneye gidecek olanı dert edinirdi. Sülalenin kadınlarının önüne düşer, doğum kontrollarını yaptırırdı.
Bizden çok o bizi arardı. Kendi telefon edemediğinden babama arattırırdı. Ben çok dik kafalı ve inatmışım gençken. Adım keçi kıza çıkmıştı. Beni özleyince babama “Ara bul bana şu keçi kızımı.” dermiş…Babam da arardı, “Annen seni özlemiş yine.” derdi.
Bizlerde gelip kalırlardı arada bir. Tüm arkadaşlarımızın kalplerini fethederlerdi. Son gününe kadar tüm tanıdığı arkadaşlarımı, çocuklarını, torunlarını sorardı. Benden çok detay hatırlardı.
Çocukluğumda her yaz Karagöl Yaylalarına giderdik. Çok sevdiğim Şeker Teyzem’in obasında kalırdık. Annem Şeker Abu’suna çok düşkündü. Onun yeri başkaydı. Engin yürekli, bilge bir kadındı. Ben de yaylayı çok severdim. Dağlara o zamanlardan düşkündüm. Arada bir koyun sağanlara, ev işlerine yardım eder, diğer zamanlarda bol bol kitap okuyup radyo tiyatrosu dinlerdim. Huzur bulurdum Karagöl Dağları’nda. Ağabeylerine ve kız kardeşlerine çok düşkündün.
Yayla düğünleri bir başka güzel olurdu. Annem çok güzel ata binerdi. Gelin almaya giden Yengelerin arasında olurdu çoğu zaman. Çok güzel sırıma yün yorgan diker, kilim dokur, keçe yapar, örgü örerdi. Bir de çok hızlı dikiş dikerdi. Eskiden her şey dikilirdi ya: Külotlar, pijamalar, gecelikler, elbiseler, gömlekler, etekler. Annem de sülalenin dikişçisi idi. Kumaşını alan gelir, o da ayaklı singer dikiş makinası ile herkesin işini görür, kimseyi geri çevirmezdi.
Bana çok güzel elbiseler dikerdi. Niksar’da okul çıkışı yokuş aşağı koşarken bir kamyon ile karşı karşıya kalmışım, kamyonun altında kalmaktan zor kurtulmuşum, oracıkta bayılmışım. Yaklaşık bir ay evde yatmışım. İyileşip kalktığımda bana giydirmek için kırmızı puantiyeli, fırfırlı bir elbise dikmişti. Hiç unutmam o elbisemi…Yakın zamana kadar hala dikiş makinasını kullanır, kendine gömlekler dikerdi.
Hiçbir şeyi israf etmez, değerlendirirdi. Açık elektriklere çok kızar, kapattırırdı. Eski evimizde kiracı var. Ufacık da olsa kira gelirleri onundu. O parayı biriktirir, akrabaları arasında ihtiyacı olanlara gönderir, torunlarına harçlık verirdi. Sıkı örgütçüydü. Bir yakın akrabamızın çatısı onarılacaktı ama yeterli parası yoktu. İki hafta kadar önce kendi biriktirdiği bir miktar parayla, bizlerden ve babamdan istediği paraları toparlayıp akrabasına göndermişti. Şimdi başlamışlar çatıyı onarmaya. Annem de huzur bulmuştur.
Canım annem, en çok da çocuklarının arasındaki sevgi ve dayanışmaya sevinirdin. “Hiç kopmayın birbirinizden.” derdin. Bir araya geldiğimizde çok mutlu olurdun. Merak etme, evlatların birbirlerini, seni, babamızı çok seviyor annem. Kopmayacağız birbirimizden. Oğulların öyle çok çırpındı ki senin için. Çok ağladılar. Sana ne kadar düşkün olduklarına bir kez daha anladım.
Amerika’dan, İtalya’dan, Avusturya’dan torunların ve torunlarının çocukları çok gözyaşı döktü senin için. Çoğunun düğünü yapmış, kınalarını yakmıştın. Sana videolar hazırlayıp gönderdiler hastanede iken, hepsini izledin, dinledin, ellerinle dokundun, tek tek öptün onları…Zeynebim senin adını kolyesine yazdırmış. Seni kaybettiğimiz gece helva dökmüş Roma’larda. Konu komşusuna dağıtmış…Senin için çok güzel şeyler yazdı. Toprak “Büyük annannesi” için çok üzülmüş. Çok az gördün Toprağı. “Dede Mecit, Çay!” diye seslenişini hatırlardın hep.
Babam 67 yıllık yoldaşını, eşini kaybetti. Birbirinize zaman zaman kızsanız da çok severdiniz. Etle tırnak gibiydiniz. Babam senin için “O çok asildi. Fedakardı. Bambaşka bir kadındı.” diyor arayan soranlara…Babam için de çok zor olacak yokluğun.
Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, seni tanıyan herkes çok aradı, çok sordu seni. Herkes çok üzüldü. Vefatını duyanlar inanamadı. Öyle çok yaşam sevincin, yaşama bağlılığın vardı ki, Hatice Anne bugüne kadar bir sürü hastalığa direnmişti, ölemezdi, ölmemeliydi…
90 yıllık ömrüne ne çok sevgi sığdırmışsın…Keşke hepimiz senin gibi geniş, kocaman yürekli olabilseydik.
Canım annem, canımın içi, bugüne kadar istemeden seni kırdıysam affet beni. Ben de sana layık bir evlat olmaya çalıştım. Umarım olabilmişimdir. Bundan sonra seni daha çok örnek alacağım. Her 8 Aralık’ta senin için çocuklara hediyeler vereceğim. Beni göreceğini, duyacağını, mutlu olacağını biliyorum. Seni çok özleyeceğim güzel annem benim. Yokluğuna dayanmak çok zor…